23 Kasım 2016 Çarşamba

Londra'da Gezilecek Yerler (Part III)



Londra'da Nerelere Gitmeliyiz?


Big Ben 
Oxford Caddesi
Parlamento Binası
Soho
London Eye
Quens Borough
London Bridge
Camden Town
Hyde Park
Buckhingam Sarayı
Nothing Hill
St. Paul Katedrali
Portobello
Tower Bridge
Trafalgar Meydanı
Harolds Mağazası
Picadilly Meydanı
Londra Kulesi
Westminster Abbey 




Londra'daki Ücretsiz Müzeler


Tate Modern
Victoria And Albert Museum 
Natural History Museum 
Museum of London 
National Galery 
British Museum 
Science Museum 



Londra için Tur Planımız



Uçaktan indiğimiz ilk gün otelimize kendimizi atıp, Hyde Park havasını almak istedik. Otelimiz Hyde Park'ın kuzey girişlerinden birine çok yakındı, bu yüzden yürüyerek ilk hedefimizi kolaylıkla gerçekleştirebildik. Doğa için de harika oldu! Çünkü onca saat uçak yolculuğu, tren ve sonra metro derken, oradan oraya oturmaktan ve kucakta durmaktan sıkılmıştı. Çimlerin üzerine kendimizi öyle bir bıraktık ki, yüzyıllık ağaçların arasında oksijen bolluğundan neredeyse şarhoş olacaktık. İnanılmaz büyüklükteki ve yeşillikteki ağaçlara bakmaya doyamadık. Havanın soğuk olmasına bile aldırış etmeden yürüdük yürüdük... Doğa da nereye koşturacağını bilemedi... 

Yalnız kızım başka çocukların yanına gidip oynamak istediğinde farkettim ki, kimse havanın dondurucu soğuna aldırış etmeden çocuklarına kısacık etekler giydirmiş, üstlerine hırka bile almamış. Biz ise geldiğimiz yerin ısısına göre kendimizi kış mevsiminde sandığımız için, pantolon üzerine çekilmiş çorap ve kazak üstü mont uygulaması görüntüsündeydik. Bütün tatilimiz boyunca hava hiç ısınmadığı gibi sürekli rüzgar esti. Doğa'yı, ha şimdi üşüttük ha şimdi hasta ettik diye düşünürken, bir yandan da nasıl alıştırırsan öyle gider mantığını gütmeye çalıştık. Nitekim yollarda uyuyup terli terli uyansa da hiç hasta olmadan hepimiz sıcacık memleketimize döndük. 

Londra'da park denilince akla ilk gelen Hyde Park oluyor tabii kuşkusuz. Yakınındaki Kensington Gardens ile birleştiğinde de inanılmaz büyüklükte bir yeşil alan ortaya çıkıyor. Tüm parkı gezmeniz bir günden fazla vaktinizi alabilir bu yüzden bir kaç gezi gününüzün dinlenme kısımlarını, Hyde Park'ın farklı noktalarından giriş yaparak değerlendirebilirsiniz. Etrafında 5 farklı metro istasyonu var.
Hangi kapıdan girerseniz girin, içeri adımınızı attığınız anda arkanızda bıraktığınız şehir gürültüsünü anında unutuyor bambaşka bir dünyaya dalıveriyorsunuz. İçerisinde neler yapabilirsiniz? Bisikletle gezebilir, Serpentine Gölü'nde su bisikletine binebilirsiniz ya da kenardaki cafelerde oturup kahve içebilirsiniz, kitap okuyabilirsiniz, piknik yapabilirsiniz... Ayrıca İngilizler Leydi Diana'yı burada da unutmamışlar. "Diana Memorial Fountain", Diana adına bir çeşme/suyolu yapmışlar. Bu sessiz ortamda ayaklarınızı suyun içine sokup Diana'yı anmanızı istiyorlar. 







Otelimizin yakınındaki diğer sokaklara göz atmak istedik daha sonra da. Gelmeden önce Google Earth'den etrafımızda restaurant ya da market var mı diye araştırmıştık. Bunun yararını çok gördük. Çünkü özellikle çocukla seyahat edince her an her şeye ihtiyaç duyabiliyorsunuz.

İkinci gün gezi planımızın sıkı başladığı gündü ve ilk durağımız, Big Ben ve Westminster Sarayı (Parlamento Binası) oldu. Londra'nın neresinden gelirseniz gelin burayı ziyaret etmek isterseniz metrodan "Westminster İstasyonu"nda inebilirsiniz. Parlamento binası da denilen, gotik tarzda inşa edilmiş bu büyük yapı, parlamentonun tatil olduğu günlerde ziyarete açık. Bu da Ağustos'tan Ekim ayına kadar demek oluyor. Tabii yetişkinler ve çocuklar için ayrı ücretleri var. Westminster Sarayı'nın hemen yanında dünyaca ünlü saat kulesi Big Ben yer alıyor. O kadar yüksek ki, kulenin fotoğrafıyla aynı karede yer almak isterseniz biraz uğraşmak zorunda kalabilirsiniz. Ama görkemli duruşuna denilecek bir söz yok doğrusu!
Hemen karşılarında ise Westminster Abbey bulunmakta. Kraliyet taç giyme törenlerinin, defilelerin ve hatta Kate Middleton ve Prens William'ın düğününün yapıldığı yer. Bununla birlikte klise, Darwin, Newton gibi bir çok ünlünün kabrini ve anıtları içeriyor. 



Big Ben saat kulesinin tam karşısında, Thames Nehri' nin kenarında bulunan, avrupanın en büyük dönmedolabı olan "London Eye" da görmeye değer manzaralardan biri. 32 kapsülden oluşuyor ve 360 derecelik bir turu yaklaşık yarım saatte tamamlıyor. Yapımı aşamasında, Londra'nın tarihi görünümünü bozacağı yönündeki tartışmalar çıksa da, turistlerin yoğun ilgisi karşısında şehrin önemli simgelerinden bir olmayı başarmış. Tarihi bir geçmişe sahip olmayan bu eğlenceli dönme dolap, milenyumu kutlamak amacıyla yapılmış.
Biz bebekli olduğumuz için binemedik ama hemen yan tarafında bulunan kafede kahvelerimizi yudumlarken manzaramızda şahane bir yapıt vardı. Tabii binenlerin manzarası eminim daha güzel olmuştur. Tüm şehre kuşbaşı bakmak müthiş bir şey olsa gerek. Hele de akşam ışıklar eşliğinde binmenizi tavsiye ederim. Uzun kuyruk sizi endişelendirmesin, bir kapsül 25 kişi alabildiği için sıra  olabildiğince çabuk ilerliyor. Yine de sıra beklemek istemiyoruz derseniz hop on hop off otobüs turları hızlı geçiş bileti imkanı sağlıyor. Yükseklik korkusu olanlar biraz düşünsün derim çünkü bu dönme dolap sayesinde 135 metreye kadar çıkıyorsunuz. Kişi başı 29 pound ama internetten alırsanız 26 pound'a geliyor.


Tüm bu birbirine yakın mekanları gezmek sandığımızdan daha çok vaktimizi aldı. Havanın her an bize bir surpriz yapmasından korktuğumuz için otelimize döndük. Dediğim gibi otelimiz Hyde Park'ın giriş kapılarından birine yakın olduğu için günümüzün geri kalanını yine parkın içinde gezerek ve inanılmaz büyüklükteki ağaçları hayranlıkla izleyerek geçirdik.

Doğa'nın 1. yaş günü bu güne denk geliyordu. Turistik gezimize ara verdiğimize göre kızımızın doğum gününe özel minik bir kutlama yapabilirdik. Ağaçların, yeşilliğin, oksijenin bol olduğu bu devasa mekan, hem onun özgürce, tehlikesizce gezip koşabileceği, hem de bizim yorgunluğumuzu atabileceğimiz bir fırsat oldu. Gezimizin diğer bölümlerinde de sıklıkla uğradığımız, Londra'nın şehir gürültüsünden en arınmış bu yer, günümüzün kısa bir özetini yaptığımız ve ertesi güne kafamızdaki gezilecek yerleri rahatlıkla oturtabildiğimiz bir mekana dönüştü. 




Gezimizin ikinci gününü South Kensington , Chelsie, Nothing Hill ve Portobello Road'da değerlendirdik. Gerçek Londra'yı biraz daha kolay görmemizi sağladı bu semtler. Romanlara ve filmlere konu olmuş mekanlarda gezmek çok hoşumuza gitti. Sokakların, evlerin, bahçelerinin muntazamlığı, buralarda sanki gerçek insanların yaşamadığı hissini veriyor.





South Kensington sadece sokakları ve muntazamlığıyla değil, ücretsiz girip gezebileceğiniz  bir çok müzelere ev sahipliği yapmasıyla da güzel bir semt. Natural History Museum, Science Museum, Victoria & Albert Museum gibi...

Natural History Museum; böcekler, memeliler ve dinazor iskeletlerinden oluşuyor. Doğal dünyaya ait parçalar ilginizi çekiyorsa bu ücretsiz müzeyi gezmenizi tavsiye ederim. Science Museum'da; sanayi devriminden bugüne dek değişim gösteren pek çok eser sergilenmekte. Çocuklu ya da çocuksuz mutlaka gezilmesi gereken bir müze. Her yaştan çocukların ilgisini çekebilecek bilimle ilgili bilinmesi gereken, denenmesi gereken ne varsa yaratıcılıklarını kullanarak çok ilginç hale gelmiş harika bir yer. Victoria & Albert Museum; 3000 yıl geçmişe dayanan, dünyanın bir çok yerinden toplanarak sergilenmiş, heykeltraşlık, fotoğrafçılık, seramik, moda, tekstil gibi parçalara yer vermiş bir müze. 





Nothing Hill'da bulunan Portobello Road; ikinci el eşya satan, antikacı ve eskici dükkanlarıyla ünlü bir sokak. Tabii en önemlisi de cumartesi günü kurulan semt pazarı. Nothing Hill Gate metrosuyla   kolayca gelebileceğiniz bu sokagın gelmek çok kolay, Gezmek ve rengarenk manzaraların fotoğrafını çekmek çok güzel. .



Yine gezmeye hazırlandığınız bir gün, Trafalgar Meydanı, Piccadilli Circus, Oxford Caddesi, Soho'yu gezebilirsiniz. Birbirine yakın bu mekanlar tek bir metro durağında inilerek kolayca gezilebilecek yerler. 



Trafalgar Meydanı; adını, Trafalgar Savaşı sonrasında İngiliz donanmasının kazandığı büyük başarı sonrasında almış. Londra'nın göbeğinde olduğu için, tüm yollar buraya çıkar da diyebiliriz. Buraya geldiğinizde Batı Resim Müzelerinin en önemlilerinden biri olan National Gallery'i de görmeden geçmemelisiniz. 2000'den fazla bir kolleksiyona sahip bu müze, zengin bir sanat severin kolleksiyonlarının İngiliz devleti tarafından satın alınmasıyla bu meydana taşınmış. Ücretsiz girip gezebileceğiniz gibi, 45000 kitap içeren bir kütüphaneyi de görme şansınız var. Piccadilli Circus; şehrin en işlek kavşaklarından biri. Gezerken karşınıza bir çok müzisyen ve sokak sanatçısı çıkabilir, hazır olun. Oxford Caddesi; önce müzelere gezi planı yapıp, daha sonra da çılgınlar gibi alışveriş yapmak için turlayacağınız bir cadde. Moda'nın kalbinin tam da bulunduğu yer Oxford Caddesi... Soho; Oxford Caddesi ve Piccadilli Circus arasında kalan bölgedir. Şehrin kozmopolit yapısı en çok burada göze çarpıyor. Çünkü gece klüplerinin, eçcinsel barların, sex shopların daha çok bulunduğu bir yer. 






Devam edecek...

Sevgiyle Kalın
Ezgi :)