9 Eylül 2013 Pazartesi

Araba İle Selanik Gezisi


İstanbul-Selanik


Kendi aracıyla, İstanbul-Selanik arası güzel bir yolculuk yapmak isteyenler için harika bir yol haritası çizeceğim. Bizim için hem gezdiğimiz, hem de çok değişik deneyimler kazandığımız bir tatil oldu. Yıllar önce Osmanlı topraklarına dahil olan bu yerlerde hala Osmanlılardan kalan izlerini gözlemleyebildik. Kara yoluyla İstanbul'dan başladı yolculuğumuz. İstanbul trafiğini saymazsak dümdüz bir yol gittik İpsala Gümrüğü'ne kadar. Gümrükteyken hep filmlerde gördüğüm sahneler canlandı aklımda. Kaçak olarak geçemeye çalışan insanlar, bagajları didik didik aranan araçlar, park etmiş kocaman tırlar, saatlerce bekleyen vatandaşlar... Ancak bizim işimiz çok kolay oldu. Sıraya girdik ama çok beklemeden hemen ilk kontrol noktasında pasaportlarımıza bakarak bizi geçirdiler. Türkiye sınırından çıkmadan önceki freeshop, havaalanlarında görmeye alıştığımız büyüklükte değil. Daha mütevazı, daha ufak, tek katlı bir bina. İçinde çok da alternatifi olmayan bir restoran ve alışveriş alanı var.
 
Toplamda 3 adet kontrol noktasından geçtik. En sonuncusu Yunan Gümrük kapısıydı. Tabii onlar için önemli olan bizim pasaportlarımız dışında, aracımızın sigortası ve kullanan kişinin beynelmilel ehliyeti. Hepsini kontrol edip, aracın kapılarından içerideki kişi sayısına da kabaca baktıktan sonra geçmemize izin verdiler.
 
Türkiye'den çıkarken önümüzde Türkiye sınır kapısı...
Yunanistan'a girerken arkamızda Yunan sınır kapısı...
 

Kendi aracınız ile yurtdışına çıkış yapmak çok kolay! Beynelmilel Ehliyet'iniz -en az 1 yıllık ve yaklaşık 350TL'ye (179€) alabiliyorsunuz- ve trafik sigortanız -15 günlükten 1 yıllığa kadar fiyatlar değişiyor- hazır olduktan sonra pasaportlarınızla hiç bir sorun yaşamadan ver elini Avrupa otobanları :) Bunun için ayrıntılı bilgi almak isterseniz sizi Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu'na yönlendirebilirim.         
 
Yunanistan sınırından hemen sonraki otoban boyunca görüntüler bize hiç yabancı olmayan şeyler. Zaten tüm Selanik rotamız boyunca pek çok benzerlikle karşılaştık. Tek fark; arabamızda çalan radyodan Yunanca konuşmaların gelmesiydi. Yol boyunca buğday ambarları, tütün tarlaları bize eşlik etti. Düzenli sürülmüş tarlalar, sulama için kullanılmış son teknoloji teknikleri, Avrupa'da olduğumuzu bize sık sık hatırlattı. En çok gördüğümüz ağaç türü zeytin, hayvan türü ise koyundu :) Bunun yansıra 2 farklı dinin sığmış olduğu sevimli köyler, cami ve kiliseleriyle bizi hem çok şaşırttı hem de hep bildiğimiz ama çoğunlukla inkar ettiğimiz bir şeyi anımsattı. Sonuçta hepimizin kardeş olduğunu!!!


  • Önemli bir uyarı yapmadan geçemeyeceğim; İpsala'dan çıkmadan mutlaka gideceğiniz yere kadar olan benzininizi doldurun, çünkü otoban yolu boyunca bir tane bile benzin istasyonu ya da mola yeri bulamayacaksınız!!! Tabii şehir ya da kasabaların içinde bulabilirsiniz. Hatta ülkemize göre daha ucuz olduğunu da söylemeliyim.
İlk rotamızı Selanik olarak düşündüğümüz için İpsala'dan sonra yaklaşık 3 buçuk saat hiç durmadan dümdüz bir yol gittik. Geçtiğimiz diğer küçük şehirleri, Osmanlı Dönemi ile ilgili öğrendiklerimizin içinde epey yer tuttuğu için, dönüş yolunda mutlaka gezmek üzere geride bıraktık.  
 

Thessaloniki (Selanik)


Şehre girerken epey sanayi bölgesinden geçtik, bu yüzden ilk izlenim olarak biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Ancak ne zaman merkeze geldik, otelimizin sokağını bulduk ve deniz kokusunu duydum, işte o zaman Selanik kendini fazlasıyla affettirdi :) İzmirli biri olarak kendi doğduğum şehre hiç bu kadar benzer bir yer daha görmemiştim. Ayrıca nasıl kendi memleketimin ayrıcalıklı olduğunu düşünüyorsam, Selanik için de aynı şeyi düşündüm tüm tatilim boyunca. Gerek insanları, gerek de sokakları beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı. İnsanlar, özellikle de esnaf hep çok cana yakın davrandı. Yardımseverlikleri ve misafirperverlikleri çoğu Avrupa ülkesinden çok farklı. Taksi şoföründen tutun da market çalışanına kadar hepsi çok güler yüzlü.
 
Otelimizin sokağı denize çıkıyor. Denizin harika görünümüne kapılmış ilerlerken sokak arasında, şirin mi şirin bir bar (Sinatra Bar) takılıyor gözümüze. Dönüşte mutlaka burayı değerlendirmeliyiz diyoruz ve ver elini kordona benzerliğiyle ünlü sahil kenarına (Leof. Nikis Caddesi). Bir ucunda marina, diğer ucunda Beyaz Kale. Fotoğraf çekmeye de çektirmeye de doyamıyorum. Güneş batmadan sahil evlerinin değişik tasarımlarını, yanımızdan bisikletiyle geçen geçleri, denizde tur atan tekneleri seyre dalıyorum.
 
Otelimizin adı; City Hotel. Şehrin ortasında, hem gezilecek tarihi yerlere hem de eğlence ve taverna mekanlarına çok yakın. O kadar pahalı olmamasına karşın (kişi başı, kahvaltı dahil, 1 gecelik, 35€) sabahları harika bir açık büfe kahvaltı sizi karşılıyor. Hizmet ve temizlik de çok başarılı. Yani kesinlikle tavsiye ederim :)
 
Sahil yolunun sonunda Selanik'in sembolü haline gelmiş "Beyaz Kale" bulunuyor. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi'nde yapılmış bu kale, garnizon ve hapishane olarak da kullanılmış. Yıllar içinde farklı isimler verildiği de olmuş. 16.y.y. ve sonrasında "Aslan Kulesi", "Yeniçeri Kulesi" ya da "Kan Kulesi" olarak isimlendirilmiş. Yunanlıların eline geçince de sembolik bir vaftiz uygulaması olarak beyaza boyanmış ve "Beyaz Kule" denmiş. Ancak zaman içinde kule eski rengine geri dönmüş.



Beyaz Kule'nin hemen yanında şehri gezmek isteyen turistler için sevimli bir otobüs bekliyor.  
  
 Bu güzel şehirde bir çok meydan bulunuyor. Bunlardan biri de Aristotelous Square...
 
Tabii ki alışveriş yapmak da mümkün Selanik'te. Bunun için güzel caddelerden biri olan Tsimiski'yi seçebilirsiniz. Bir çok güzel markanın dükkanını bulmanız mümkün. Hem de fiyatlar, bir çok Avrupa şehrine kıyasla daha uygun. Tüm dünyaya yayılmış uluslararası markaların bulunduğu bakımlı caddenin hemen arkasına doğru yürüdüğümüzde, yani "Ermou Sokağı" ile "Egnatias Caddesi" arasında, ufak bir pazar ile karşılaşabilirsiniz. Hem kıyafet, hem de yiyecek pazarı bizimkiler gibi. Yalnız tek fark; devamlı açık olması. Burası biraz daha uygun fiyatlı ürünlerin satıldığı, çok da kaliteli olmayan malların alıcıyla buluştuğu bir yer. İçerisinde yürürken güzel peynir kokuları birbirine karışabiliyor.
 
        
Şehri kuran ve şehre üvey kız kardeşinin adını veren Büyük İskender, yıllar boyu ticaret ve eğlence merkezi olmuş.  Bir çok tarihi içinde barındıran Selanik şehri İstanbul gibi 7 tepe üzerine kurulmuş. En yüksek tepelerinden biri olan Eski Şehir "Eptapyrgio", hala duran surları ve kalesi ile bizi çok şaşırttı. Çünkü çok güzel korudukları için içerisinde dolaşırken tarihin bir parçası olduğumuzu hissedebiliyorduk. Tabii tüm Selanik ve Ege Denizi ayaklarımızın altındaydı.



Sıra geldi Selanik'in gecelerinden bahsetmeye. Yunanlılar akşam yemeklerini geç yiyip, özellikle cuma ve cumartesi akşamları Taverna'ya çıkarlarmış. Bu yüzden oldukça sakin olan Selanik sokakları akşam saat 21.00'dan itibaren kalabalıklaşmaya başlıyor. Daha önceki araştırmalarıma göre en güzel Taverna, şehrin "Ladadika" denilen bölgesinde varmış. Burası araç trafiğine kapalı, yalnızca restoranların ve eğlence merkezlerinin olduğu bir bölge. Limana yakın olması da İzmir'deki barlar sokağını andırıyor. Biz de 2 gece boyunca bu eğlencelerden yararlanmak istedik. Ve her gece başka bir restoranı deneyerek Türk-Yunan şarkıları eşliğinde eğlendik.

 




Garsonların hizmetinin bizimkilerden farklı olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Aslında bu genel olarak hizmet sektörlerimizin farklı çalıştığını gösteriyor sanırım. Çünkü lüks bir restoranda alıştığınız hizmetten daha az bir ilgi ile karşılıyorlar sizi. Bunu ayrıca, daha sonra anlatacağım "Thassos Adası" bölümünde de fazlasıyla fark ettik. Muhteşem koylara sahip olmalarına karşın, görsel hizmetleriyle bizi çok tatmin ettiklerini söyleyemem.

Taverna görmek umuduyla gittiğimiz restoran menülerindeki yiyecekler isimleriyle birlikte bizimkilere çok benziyor. Örneğin; musakka, cacık, kavurma, hünkar beğendi, vb... Yazılışları her ne kadar biraz değişik olsa da tatları epey benzerlik gösteriyor. Ortaya porsiyon porsiyon bir kaç çeşit tabak söyleyip en güzel "Uzo"larından denemeler yaptık. Şaşırdığımız noktalardan biri de gelen hesaptı. Çünkü diğer Avrupa ülkelerine göre porsiyonların fiyatları çok ucuz.

Yemeklerimizi afiyetle yerken -ki lezzetleri bizim damak tadımıza çok uygun- etrafta bir çok seyyar satıcı geziniyor. Bazen ısrarcı davransalar da ne demek istediklerini anlamadığımız için hemen şanslarını bir başka masada denemeye yöneliyorlar. İçlerinden en eğlenceli olanları seyyar çalgıcılar. Kimseye bir şey sormadan başlıyorlar Türk müziklerine benzer parçalar söylemeye. Biz de dayanamayarak masamıza davet ediyoruz. Tepemizde 6 tane farklı enstrüman birden ses veriyor olsa da keyfimiz acayip yerinde. Hele ki bizim Türk olduğumuzu anladıklarında başlıyorlar bildikleri Sezen Aksu parçalarını çalmaya... Ancak etraftaki Avrupalı turistler yaptığımıza pek bir anlam veremiyorlar. Sanırım onlar için çok değişik bir eğlence tarzı bu bizimkisi :)

Atatürk Evi

Selanik gezimizin asıl amacı; Türkiye Cumhuriyeti Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün 1881 yılında doğduğu evi gezmekti. Adresini bulmak çok kolay. "Agiou Dimitiou" Caddesi üzerinde bulunan Türk Konsolosluğu'nun hemen yanı. Tam açık adres olarak; Apostolou Pavlou 17, Thessaloniki. Atatürk'ün doğduğu, çocukluğunun ve gençliğinin bir kısmının geçtiği bu ev Balkan Savaşları'ndan sonra Yunan Hükümeti'nin eline geçmiş. Yunan Hükümeti de evi Yunan bir aileye satmış. Ancak Cumhuriyetimizin kuruluşunun 10. yıl dönümünde Selanik Belediyesi Türk-Yunan dostluğunun bir göstergesi olarak evin duvarına "Türk milletinin büyük müceddidi ve Balkan ittihadının müzahiri GAZİ MUSTAFA KEMAL burada dünyaya gelmiştir. İş bu levha Türkiye Cumhuriyetinin onuncu yıldönümü münasebetiyle konulmuştur. Selanik, 29 Birinci teşrin 1933" yazılı mermer bir levha koymuş. Bununla birlikte Atatürk'ün yaşadığı ev 5 yıllık bir süre içerisinde de Yunanlı aileden geri alınıp Türk Konsolosluğu'na teslim edilmiş.
 
 Atatürk Evi yıl 2013
Atatürk Evi yıl 1881
Bizim seyahatimiz 2013'ün Ağustos ayının sonuna denk gelmişti. Çünkü 2010 yılından beri bu evin Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından restore edildiğini biliyorduk. En nihayetinde yaklaşık 3 sene boyunca süren çalışmalar 16 Ağustos 2013 günü sona ermiş ve bu kadar uzun zamandır ziyaretçilerine kapalı olan Atatürk'ümüzün Evi'ni görebilme şansımız olmuştu. Evi herkes ücretsiz olarak, Pazartesi günleri dışında 10:00-17:00 saatleri arasında görebilir.  
 
 
 
Konsolosluğun arkasında bulunan evin girişinde bir müddet sıra bekledikten sonra grup halinde bizi de arka bahçesinden girmek üzere içeri aldılar. Araştırmalarım sayesinde evi eski haliyle biliyordum. Bu yüzden yeni yapılandırılmış halini oldukça merak ediyordum doğrusu. Güvenlik kontrolünden geçip arka avluda bir kaç fotoğraf çektikten sonra sıra geldi içeri girmeye. Zemin de dahil olmak üzere 4 kattan oluşan evin her köşesinde Atatürk'e ait eşyaları görmeyi ve o havayı yaşayabilmeyi umut ederken bambaşka bir yerde buldum kendimi. Yalnızca mutfakta bir kaç eski eşya ve banyo kısmında bir kurna dışında toplam 6 odadaki diğer divanlar ve yataklar kaldırılmış. Çağdaş ve yalın bir mimariye sahipmiş bu yeni yer. Bir evden çok, sanat galerisini çağrıştırdı bana. Kapıların yanında, "İstanbul Odası", "Ankara Odası", "Selanik Odası" gibi isimler bulunuyor. Duvarlarında Atatürk'ün katıldığı savaşlar, yaptığı antlaşmalar, evin hikayesi gibi bilgiler yer alıyor. Bazı odalarda sine vizyon gösterimi var. Tek bir oda içimin ürpermesine sebep oldu. Atatürk'ün heykelinin bulunduğu oda! Bir koltukta oturur haldeki heykeli oldukça başarılı :)
 
 
 
Evin diğer bölümlerinin atmosferini size tarif edemiyorum, çünkü isterdim ki her odayı farklı hikayeler hayal ederek size anlatayım. Ya da doğduğu odayı görünce "Ne kadar duygulandım" diyebilseydim. Atatürk'ün doğduğu odada, eski eşyalar ya da en azından bir yatak beklerken yalnızca üzerinde Türkçe, İngilizce ve Yunanca "ATATÜRK DÜNYAYA BU ODADA GÖZLERİNİ AÇTI İSTANBUL'DA KAPADI" yazılı mermer bir taş bulunuyordu.
 
Atatürk'ün doğduğu oda 2010 yılı öncesi...
Atatürk'ün doğduğu oda 2013 yılı...

Açıkçası benim için çok değerli olan bu  evde, anı beklerken fotoğraf ve tablolar ile karşılaştım. Umarım buradan kaldırılan eşyalar İzmit ve Samsun'da iyi muhafaza ediliyordur...
 
 Önce öğrencilerini, daha sonra çocuklarını ve torunlarını Atatürk İlke ve İnkılaplarına göre yetiştirmiş "Anneannem ve Dedem"
 

Not: Selanik dönüşü, İpsala yolu üzerindeki şehirler hakkındaki bilgileri, bir sonraki yazımda bulabilirsiniz...

Sevgiyle Kalın...
 
Ezgi :)



 

Hiç yorum yok: