12 Mart 2013 Salı

Paris'te Gezilecek Başlıca Yerler (Part I)

Gezmeye Avrupa’nın incisinden, benim de gezi anlayışımı değiştiren yerden, Paris’ten başlamak istiyorum. Nereden başlasam diye düşünürken bizim için en anlamlı şehir olan, bu büyülü kenti ilk sıraya almadan edemezdim. Ahh.. moda ve şıklığın şehri Paris! Her yerini gezebilmek mümkün değil. O kadar dolu ve görkemli bir şehir ki, anlatacaklarım gidip göreceklerinizin yanında çok az kalacak. Ama yine de gezmeye bir yerden başlamak gerek :)


Uçağımız Paris’e 1 saat gecikmeli indi. Charles De Gaulle Havalimanı’ndaki Terminal 3’e giderek shuttle ile Charles De Gaulle 2 metro istasyonuna geldik. Eski adıyla Roissy olarak bilinen bu uluslararası havalimanı, ismini Fransa Cumhurbaşkanları’ndan olan Charles De Gaulle’den almış. Avrupa’nın bu en işlek ikinci havaalanından Paris’in merkezine, RER adı verilen raylı sistemin 1 saat içinde 3-4 farklı seferiyle ulaşabiliyorsunuz. Biz de istasyonda 16€’ya 2 adet bilet alıp Saint-Remy Les-Chevreuse terenine bindik. Ve Saint Michel durağında indik. Trenler, bizdekilere göre, Pariste çok uzun yıllardır kullanılan bir ulaşım sistemi olduğu için, gözümüze eski ve bakımsız geldi. Yol boyunca Paris'in banliyölerinden geçerken manzara oldukça salaş ve düzensiz görünüyordu. Ta ki Saint Michel'de inip de yeryüzüne çıkına kadar. Çünkü işte o anda anladık ki artık Paris'teyiz!!!
Tatil planımızı yaparken yani, Paris'te gezilecek yerleri planlarken hangi otelde kalacağımıza karar verememiştik. Çünkü en merkezi ve ucuz olanı seçmeyi düşünüyorduk. Ama bunu ancak oradayken kolay yapabilecektik. Bu yüzden otel rezervasyonu yapmadan gittik. Elimizde valizlerimizle etrafa bakınırken havanın kararmakta olduğuna karar verip Seine Nehri'ne yakın bir yerde pansiyon aramaya koyulduk. Birkaç pansiyon gezdikten sonra fark ettik ki Paris'te de pazarlık yapılabiliyor. İlk baktığımız otelin (39, Rue De Seine sokağında "Hotel Prince De Conde") lobisindeki bayan bize oda+kahvaltının 195€ olduğunu söyledi. Biraz daha araştırma yapmakta yarar gördük ve Seine Nehri'nin karşı tarafına geçtik. Sonunda St. Roch sokağındaki "Hotel de Londres Saint Honore"de 140€'luk oda+kahvaltı fiyatını 126€'ya 5 gece için anlaştık.   
Paris'te lüks otel aramıyorsanız kalabileceğiniz bütün oteller dar apartmanlar içine sıkıştırılmış küçük dairelerden oluşuyor. Odalar çok küçük fakat herşey ergonomik ve kullanışlı. Hiçbir eksik yok. Zaten şehrin ara sokaklarında gezinirken binaların 18. ve 19. yüzyıllardan kalma olduğunu görüyorsunuz. Öyle güzel saklamışlar ki, sanki her an içinden o dönemlerden kalma fötr şapkalı bir adam çıkıverecekmiş ya da sokağın bitiminden bir at arabası geliverecekmiş gibi duruyor. Otelimiz de aynı bu şekilde, ince uzun bir yapıya sahipti. Lobi kısmına yalnızca bir masa sığdırabilmişlerdi ve asansör de tek kişilikti :) Neyseki, önemli olan yorucu tüm bir günün ardından tek tek de olsa bizi  dinlenebilmek üzere odamıza çıkartabiliyor olmasıydı... 


Paris'te sokaklarda acıktığınızda normal bir restaurant ararsanız aç kalabilirsiniz. Çünkü yemek yemek için Paris'te kafelerden başka bir yer bulmanız zor. (Tabi bildiğimiz fast food zincirlerin dışında). Kafeler, iç kısımlarında ve özellikle de önlerinde bulunan küçük yuvarlak masalardan oluşuyor. Yani Cafe De Paris tarzı. Ve insanların en sevdiği şey de öğle yemeklerini yada kahvelerini o masalarda oturup yerken/içerken kitap okumak. Yiyeceklere gelirsek; pek bizimkilere benzediği söylenemez. Bir kere ağırlıklı olarak salata ve sandviç çeşitlerini tercih ediyorlar. Kendilerine özgü tarzda sosları var ki, bu da benim biraz aç kalmama neden oldu. Hangi kafeye gidersek gidelim o tad ve koku peşimi hiç bırakmadı :) Neyse ki binaların alt katlarında, hatta kaldırım seviyesinin bile altında, küçük pattiseriler vardı ve sabah kahvaltısı için croissant yada poğaça bulabiliyorduk. Bir yandan atıştırıp bir yandan da gezerken yanımızdan parfüm kokulu kadınlar ve adamlar geçiyordu. Podyumdan fırlamış gibi modaya uygun giyinmiş insanlar, hızlı hızlı gidecekleri yerlere yetişmeye çalışıyorlardı. Yani anlayacağınız Paris sokaklarında gezerken kendinizi bir fransız filminin içinde hissediyorsunuz. Tek sorun herkesin sigara içiyor olması! Yürürken ya da kırmızı ışıkta beklerken kadın-erkek herkesin elinde sigara var. Buna rağmen sokakların temizliğini anlatmama gerek yok sanırım. Bu kadar kalabalık bir şehirde her yer tertemizdi, tek bir izmarit yada çöp yoktu. Bravo!        


Ve yemek molasından sonra başladık şık giyimli insanları takip etmeye. Tabiki bizi, etrafımızda pahalı mağazaların ve lüksün bol olduğu yere, "Lafayette"e getirmişlerdi. Burası büyük ve zengin ürünlerin bulunduğu çok büyük bir alışveriş merkeziydi. İçine girip de yukarı doğru bakınca kat kat ışıltılı, parlak kubbenin şaşasına ve birbirinden güzel parfüm kokularına kapılmamak çok zordu. Görkemli ve benzersiz bir zenginlik görmek isterseniz Lafayette'e gitmenizi tavsiye ederim.
Bir sonraki durağımız Eyfel Kulesi oldu. 1889 yılında Fransız Devrimi'nin 100. yılı anısına yapılan bu yapıt ismini, tasarımını yapan Gustave Eiffel'den almış. 300 işçinin biraraya gelerek 18.038 parça demirden oluşturduğu kule gerçekten de görülmeye değer. Bizim gibi sağa sola bakıp yürüyerek gelirseniz eminim siz de Avenue Ch. Risler'deki büyük bahçeye ulaşırsınız. Çimlere uzanmış sevgililer, etrafta koşuşturan çocuklar, bisiklete binen insanlar ve fotoğraf çeken turistlerle karşılaşırsınız. Çimlere uzanıp Eyfel manzaralı bu şanslı görüntüye biz de kendimizi kaptırdık. Eyfel'e çıkma fikri tamamen delilik! Ama mutlaka yapılmalı! Öncelikle 4 ayağının önündeki sıraların sonunu bulmanız gerekiyor. Biz kuzey ayağında 1 saat bekledikten sonra tam hedefimize ulaştık demiştik ki, asansörün önünde bir yazıyla karşılaştık. "Bu noktada bekleme süresi min. 30dk.dır." Mecbur insanları seyretmeye devam... Ama sonunda kalabalık bir grupla önce 2. kata, daha sonra da en üst kata çıkaren gördüklerimiz beklememize deymişti doğrusu. "Ben yüksekten korkarım" diyorsanız yalnızca 2. kata kadar çıkıp geri dönebilirsiniz. Yalnız bu görülmeye değer manzarayı kaçırmayın derim. Şehrin her yerinin inanılmaz bir orantıda ve şekilde olduğunu görüyorsunuz. Böyle bir düzene başka hiçbir yerde şahit olamayabilirsiniz. 360 derece dönerek inceleyebildiğiniz görkemli Paris sokakları hiç bukadar bize yakın olmamıştı. İnerken tekrar sıra bekledik ve güney ayağından çıktık. Havanın kararmasıyla gökyüzüne baktığımızda Eyfel kulesinin Türk bayrağı rengini aldığını farkettik. ayakları kırmızı, üst kısmı ise beyazdı. Bu şahane görüntünün sebebi, şansımıza gittiğimiz dönemin Türk Mevsimi'ne denk gelmiş olmasıydı. Ne Mutlu Türküm Diyene...    


Paris anlat anlat bitmez... Bir solukta okunmaz... Bu yüzden tatilimizin geri kalan kısmını, yani Paris'te görülmeye değer Lourve Müzesi'ni, zenginliğin caddesi Champs Elysees'yi, modern bir müze olan Orsay Müzesi'ni, Zafer Takı'nı (Arc De Triomphe), muhteşem manzarası olan Sacre Coeur Klisesi'ni ve ressamların semti Montmartre'ı bir sonraki Paris yazımda anlatacağım.
Sevgiyle Kalın...
Ezgi :) 









11 Mart 2013 Pazartesi

Başlarken...

Herkese Merhaba :)

Gezdiğim, gördüğüm, beğendiğim, beğenmediğim, merak ettiğim, yorulduğum, sıkıldığım, çok eğlendiğim, doyamadığım, ucuz yada pahalı bulduğum, ikliminden dolayı üşüdüğüm yada sıcağından bunaldığım, ulaşıp ulaşamadığım her yeri anlata anlata bitiremeyeceğim bloğuma hoşgeldiniz... Daha önce gitmiş olduğum yada ilerde gideceğim; öncelikle ülkemizdeki, daha sonra da uzaklardaki ülkeleri, şehirleri, kasabaları, köyleri sizinle paylaşmaya can atıyorum.

Çalış çalış nereye kadar... Biraz da gezmek gerek :) Ben de size yeni yerler görmenin ne kadar keyifli ve ne kadar gerekli olduğunu anlatmak istiyorum. Kimi zaman çoğumuz işten güçten başımızı kaldıramayız. Ne kadar çok çalışırsak bizim için o kadar iyi diye düşünürüz. Aslında ara sıra mola vermek, ufak kaçamaklar yapmak, kafa dağıtmak inanın daha sonra döndüğünüzde işinizdeki başarınıza da yansayacaktır. Bunun için herzaman çok paralar harcamaya da gerek yok. Siz yeter ki fırsat yaratın!

Çok okuyan mı, çok gezen mi bilir?
"Ben okuma kısmını zaten hallediyorum, ama nereyi gezsem bilemiyorum?" diye düşünenler için de umarım yeni bloğum faydalı olur ve keyifle takip edersiniz.

Sevgiyle kalın...

Ezgi :)