10 Eylül 2013 Salı

Kavala-Thassos Adası-Gümülcine

Kavala

Selanik'ten sonra dönüş yolu üzerinde İpsala'ya gelmeden, Kavala ve Komotini'yi göreceksiniz. Buralara uğramadan İstanbul'a dönmeyin derim. Bir de seyahatinizi yaza denk getirebilirseniz mutlaka Kavala'yı geçtikten sonra, Keramoti'den Thassos Adası'na kalkan arabalı vapurla güzel bir deniz keyfi de yapmalısınız. Ben de Ege Denizi'ne karşı taraftan girmek nasıl oluyormuş diye merak ettim ve adayı sizin için inceleme fırsatı buldum :)
İlk önce hedefiniz Kavala olmalı. Çünkü Selanik'ten çıktıktan yaklaşık 1-1,5 saat sonra Kavala'nın harika manzarasına karşı durup dinlenmek iyi bir mola olacaktır sizin için. Osmanlı Döneminde Balkanlar'ın en önemli merkezlerinden biriymiş bu şehir. Çok eski bir tarihe sahip olduğu gibi 500 sene boyunca Osmanlı Devletinin bir parçası olarak kalmış.
Tarihinden bahsetmişken Kavalalı Mehmet Ali Paşa'yı anlatmadan geçmemeliyiz. Osmanlı Devletinin o zamanki hükümdarı III.Selim, Kavala'da doğmuş olan Mehmet Ali Paşa'yı Mısır Valisi olarak görevlendirmiş. Batılı ülkeler ile ilişkilerini ilerleten vali, Osmanlı topraklarının bir bölümünü işgal etmeye kalkışmış. Zamanla daha da güçlenerek Kütahya'ya kadar ilerlemiş. Avrupalılar Mehmet Ali Paşa'nın bu kadar güçlenmesinden korkarak bir antlaşma düzenlediler ve Mısır dışında işgal ettiği yerleri Osmanlılara geri vermişler. Her ne kadar Kavalalı Mehmet Ali Paşa bu antlaşmayı kabul etmese de İngiliz Donanması'nın asker çıkartması üzerine tekrar padişaha bağımlılığını bildirmiş. Bu yüzden Kavalalılar için Mehmet Ali Paşa çok değerli ve doğduğu ev müze halinde korunmakta. İsteyenler evin içini gezip, Osmanlı Dönemi tarihinin içinde hayal dünyasına kapılabilir. 
Kavala'ya en çok gelme amacımız kurabiyesini tatmaktı. Kavala Kurabiyesi her büfede satılıyor. Biz de arabayı ilk gördüğümüz yere park ettikten sonra güzel bir çay bahçesine oturduk. En yakındaki büfeden kurabiyemizi satın alıp yemeye koyulduk. Şahane bir tadı var. O kadar lezzetli ki kalenin fotoğraflarını bile neredeyse çekmeyi unutuyordum. Sahil kenarına yerleşmiş bu şehrin evleri yamaca kurulmuş. Denizin ve marinanın manzarası görülmeye değer. Ayrıca deniz sevenler için plajları görülmeye değer... 

Thassos Adası

Kavala'dan çıktıktan yaklaşık 1 saat sonra otoban yolu üzerinde "Keramoti" dönüşünü göreceksiniz. Ara bir yol sizi arabalı vapur sırası beklemek üzere limana kadar götürecek. Yaz dolayısıyla saatte bir kalkan ve sizi Thassos Adası'na götüren seferleri mevcut. Arabalı vapur seyahati tahmin ettiğimden daha keyifli geçti. Müzik çalan çalgıcılar, martıları beslemeye çalışan insanlar, güneşlenen gençler... İnanın bana 45 dakikalık yolculuğunuzun nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Adaya vardığınızda karşınızdaki manzara size ülkemizin Marmaris-Fethiye yolunu anımsatacak. Dönemeçli dar yollar ve gökyüzünü bile görmekte zorlanacağınız kadar sıklıkta dikilmiş çam ağaçlarının o harika kokusu... Camdan dışarıya kafanızı çıkarttığınızda içinize çekeceğiniz bol oksijen biraz başınızı döndürebilir. Çünkü ada, tahmin ettiğiniz kadar küçük değil. Yaklaşık 15 tane plajı var ve tüm adayı dolanmak 1 saatten fazla zamanınızı alabilir (90 km).
Vapurumuz "Limenas"a yanaştıktan sonra amacımız adanın sağ tarafından dolanmaya başlayarak tam güneyine inmekti. Zamanınız varsa, her gece farklı koyda konaklayabilirsiniz. Size tavsiye edeceğim koylardan biri bizim de denizinden faydalandığımız "Limenaria". Gözünüzü denizden ayıramayacaksınız ve "Nerede kalırsak kalalım ama, bir an önce şu denize kendimizi atalım" diyeceksiniz :) 
Thassos Adası'nda öyle bizimkiler gibi çok lüks oteller beklemeyin. Bir kaç tane büyük otel dışında, koyların bir çoğunda yalnızca pansiyon var. Ancak hepsi Avrupa standartlarında ve tertemiz. Her otelin önünden denize girebilirsiniz. Bazı plajlarda yemek içmek şartıyla şemsiye ve şezlong parası vermenize de gerek yok. Hatırlatmalıyım ki; içecekler de yemekler kadar uygun fiyatlı...
Öğle yemeğimizi yemek için "Dionisos" restoranına oturduk. Menüden musakka, cacık, spagetti bolognese seçtik. Lezzetli yemeklerle keyfimiz iyice yerindeydi. Sahibi de, 12 yaşındaki oğlu da bize çok yardımcı oldular. Hatta kalacak yerimizi bile onlar ayarladı. Oğlu İngilizcesiyle hem bizimle sohbet etti hem de etrafı tanıttı :) Gündüz plajların doluluğu, akşam da hoş minik çarşının sevimli kalabalığı "Limenaria" koyunu daha çok sevmemize neden oldu...   
Diğer koylar için de aynı şeyi söyleyebilirim. Çünkü hepsinin kendine özgü farklı bir havası var. Örneğin "Skala Marion" koyu daha küçük bir yer ama akşam eğlenceleri daha sıcak ve sempatik geçiyor. Sabah kahvaltısı için seçtiğimiz "Skala Kallirachis"i de tavsiye edebilirim. Hele denizinin pürüzsüzlüğü ve kumsalının temizliğine diyecek yok...

Komotini (Gümülcine)

Gümülcine diye adlandırdığımız bu şehrin ismi, bulunduğu bölgeye ilk yerleşen insanlardan olan "Kömürcü Nine"den geldiği sanılmaktaymış. Osmanlılardan kalma Türkler, şuan azınlıkta olduğu Gümülcine'de nüfusun %40'ını oluşturuyormuş. Hatta yüzde yüzünün Türk olduğu köyler bile varmış.  
Biz de onlardan birine denk geldik. Şehrin küçük çarşısını gezerken meşhur köftecisine rastladık. Azınlıktaki Türklerden olan Sacit Usta bize hayatımızda karşılaşmadığımız kadar leziz köfteler yaptı. Bir porsiyonda 6 adet bulunuyor ve kendi yaptıkları ayranları da yanında veriyorlar. Size kesinlikle tavsiye edeceğim yerlerden biri de "Aşçı Sacit"in yeri. Ancak ismini söyleyerek bulmanız zor olacağından, kartvizitinin fotoğrafını çektim, eminim üzerindeki adres yardımcı olacaktır :)
Şehir meydanının etrafı kafelerle çevrili araç girmesi yasak bir bölge. Gündüzleri çok insan gözükmese de geceleri buraları oldukça kalabalık oluyor. İpsala'ya yaklaştıkça etrafımızda Türkçe konuşan insanlar çoğalmaya başlamıştı. Bu yüzden Gümülcine'yi de çok sevdik. Her ne kadar denizden uzak da olsa (40km.) uzaklıkta plajlara ulaşmak mümkünmüş.
Hiç istemeyerek bu güzel şehre de veda etmek zorunda kalıyoruz, çünkü malum, İstanbul trafiği bizi bekler... 
Sevgiyle Kalın...
Ezgi :)

 

       

Hiç yorum yok: