23 Ağustos 2017 Çarşamba

Londra'da Gezilecek Yerler (Part IV)



Tur planımıza kaldığımız yerden devam edecek olursak bir diğer günü Westminster civarlarında geçirdik diyebiliriz. Artık 12 hatlı şehir metro planını çözdüğünüzü düşünürsek  London Bridge metro durağında inip köprüden geçerken Tower Bridge manzarasına takılı kalabilirsiniz. Bunun dışında en yakın metro durağı da Tower Hill. 

Thames Nehri üzerinde bir çok köprü bulunmasına karşın Tower Bridge görülmesi gerekenlerin en başında geliyor. Köprü, kalabalıklaşan nüfus nedeniyle iki karşı kıyının geçişini kolaylaştırmak amacıyla 19.yüzyılın sonlarında yapılmaya başlanmış. Bu güzel manzarayı uzaktan resmedebileceğiniz gibi aynı zamanda da içindeki makina odalarını da görme imkanınız var. Köprünün halka açık kısmını gezmek ücretsiz. Ancak kuleleri görmek isterseniz 9 Pound vermeniz gerekiyor. Ayrıca yaya olarak geçmek isterseniz hem araç yolunun yanını hem de yukarıdan kulelerin arasını kullanabilirsiniz. Biz göremesek de köprünün kanatlarının açılıp kapanması 5 dakika sürüyormuş. 

Hemen yakınlarında, London Bridge metro durağından da kolaylıkla ulaşılabileceğiniz, Borough Market gezilmesi gereken önemli yerlerden biri. Envai çeşit yiyecekleri koklayarak tadabileceğiniz ve satıcılarıyla güzel sohbetler yaparak alışveriş yapabileceğiniz bir pazar burası. En iyi balık, et, sebze, meyve, peynir, tatlı çeşitlerini bulabileceğiniz şahane tezgahlarla dolu. Tabii etrafında mis kokuların yayıldığı kahve dükkanları ve yine ürünlerini bu pazardan alan restaurantlar da var. 




Gezimizin bir diğer gününü yine Hyde Park'ın farklı bir kapısından girerek başlattık. Bizdeki eksiklikten midir bilmem, şehir kalabalığının içinde bu koskocaman yeşil alanda daha fazla vakit geçirmek hoşumuza gitmişti. Bir yaşına yeni girmiş kızımızın pusetinden inip rahatlıkla gezebileceği ve bizim de gün içindeki yoğun gezi rotamızdan önce enerji depolayabileceğimiz bir yer olması nedeniyle Hyde Park'ın yeri bizde çok farklıydı. Ayrıca her bir girişinde değişik güzellikteki yeşille dolu manzarayla karşılaşmıştık.  



Londra'nın en ünlü alışveriş merkezi olan Harrods Mağazası'nı da anlatmadan geçemeyeceğim. İçerisinde bir çok ünlü markanın yer aldığı bu devasa mağaza günümüzün AVM'lerinden çok daha farklı. 1800'lü yıllarda küçük bir yer olarak açılan dükkan, yıllar geçtikçe günümüzdeki büyüklüğüne ve şaşasına ulaşmış. Dünyaca ünlülerin sık sık ziyaret ettiği bir yer olması nedeniyle içinde gezerken mutlaka birine rastlamanız da mümkün. İçinde mücevher ve parfümeriden, gıdaya ve giyime kadar herşeyi bulabileceğiniz bir yer. İç dekorasyonu da en az dışındaki yapı kadar dikkat çekiyor. Kat kat ışıltıyla dolu, dünyanın en eski alışveriş merkezi, turizmde önemli bir yer tutuyor.  


Pic via..

Günümüzün geri kalanını dünyanın en eski müzelerinden biri olan British Museum'da geçirmeye karar verdik. Geri kalanını diyorum çünkü, içinde milyonlarca eser barındıran ve 3 bölümden oluşan epey büyük bir müze burası. Tamamını gezmeniz için 3 gününüzü ayırmanız gerekiyor. Ama sizin için en önemli bölümlerini görmek isterseniz de girişteki ücretsiz ve çok faydalı müze haritasını alıp yararlanabilirsiniz. Müzenin girişi de ücretsiz. Dış görünüşü de içi kadar estetik. Antik Yunan tarzından esinlenilerek yapılmış bina, eski çağ yapıtları, Afrika, Roma eserleri gibi bir çok farklı kökenden kolleksiyonlar barındırıyor. 
Biz bulunduğumuz Harrods Mağazası'ndan sonra metro ve biraz da yürüme ile (Knightsbridge Station - Tottenham Court Road Station ile, 10 dakika da yürüme mesafesiyle) toplam 20 dakikada British Museum'a vardık.  


Pic via..

Bir çok farklı turistin hayranlıkla gezdiği bu müzenin içindeki eserlerden bazılarının, bizim sahip çıkamadığımız eserler olduğunu bilmek de çok acı veriyor insana tabii..

Londra hakkında anlatılabilecek daha bir çok şey vardır mutlaka. Tatilimiz boyunca gezebildiğimiz yerlerde bizi etkileyen ve mutlaka görülmeli dediğimiz mekanları sizinle paylaşmaya çalıştım. Umarım gezi planımız size birazcık bile olsa rehber olabilmiştir. Sizin de eklemek istedikleriniz olursa lütfen paylaşmaktan çekinmeyin...


Sevgiyle kalın

Ezgi :)










23 Kasım 2016 Çarşamba

Londra'da Gezilecek Yerler (Part III)



Londra'da Nerelere Gitmeliyiz?


Big Ben 
Oxford Caddesi
Parlamento Binası
Soho
London Eye
Quens Borough
London Bridge
Camden Town
Hyde Park
Buckhingam Sarayı
Nothing Hill
St. Paul Katedrali
Portobello
Tower Bridge
Trafalgar Meydanı
Harolds Mağazası
Picadilly Meydanı
Londra Kulesi
Westminster Abbey 




Londra'daki Ücretsiz Müzeler


Tate Modern
Victoria And Albert Museum 
Natural History Museum 
Museum of London 
National Galery 
British Museum 
Science Museum 



Londra için Tur Planımız



Uçaktan indiğimiz ilk gün otelimize kendimizi atıp, Hyde Park havasını almak istedik. Otelimiz Hyde Park'ın kuzey girişlerinden birine çok yakındı, bu yüzden yürüyerek ilk hedefimizi kolaylıkla gerçekleştirebildik. Doğa için de harika oldu! Çünkü onca saat uçak yolculuğu, tren ve sonra metro derken, oradan oraya oturmaktan ve kucakta durmaktan sıkılmıştı. Çimlerin üzerine kendimizi öyle bir bıraktık ki, yüzyıllık ağaçların arasında oksijen bolluğundan neredeyse şarhoş olacaktık. İnanılmaz büyüklükteki ve yeşillikteki ağaçlara bakmaya doyamadık. Havanın soğuk olmasına bile aldırış etmeden yürüdük yürüdük... Doğa da nereye koşturacağını bilemedi... 

Yalnız kızım başka çocukların yanına gidip oynamak istediğinde farkettim ki, kimse havanın dondurucu soğuna aldırış etmeden çocuklarına kısacık etekler giydirmiş, üstlerine hırka bile almamış. Biz ise geldiğimiz yerin ısısına göre kendimizi kış mevsiminde sandığımız için, pantolon üzerine çekilmiş çorap ve kazak üstü mont uygulaması görüntüsündeydik. Bütün tatilimiz boyunca hava hiç ısınmadığı gibi sürekli rüzgar esti. Doğa'yı, ha şimdi üşüttük ha şimdi hasta ettik diye düşünürken, bir yandan da nasıl alıştırırsan öyle gider mantığını gütmeye çalıştık. Nitekim yollarda uyuyup terli terli uyansa da hiç hasta olmadan hepimiz sıcacık memleketimize döndük. 

Londra'da park denilince akla ilk gelen Hyde Park oluyor tabii kuşkusuz. Yakınındaki Kensington Gardens ile birleştiğinde de inanılmaz büyüklükte bir yeşil alan ortaya çıkıyor. Tüm parkı gezmeniz bir günden fazla vaktinizi alabilir bu yüzden bir kaç gezi gününüzün dinlenme kısımlarını, Hyde Park'ın farklı noktalarından giriş yaparak değerlendirebilirsiniz. Etrafında 5 farklı metro istasyonu var.
Hangi kapıdan girerseniz girin, içeri adımınızı attığınız anda arkanızda bıraktığınız şehir gürültüsünü anında unutuyor bambaşka bir dünyaya dalıveriyorsunuz. İçerisinde neler yapabilirsiniz? Bisikletle gezebilir, Serpentine Gölü'nde su bisikletine binebilirsiniz ya da kenardaki cafelerde oturup kahve içebilirsiniz, kitap okuyabilirsiniz, piknik yapabilirsiniz... Ayrıca İngilizler Leydi Diana'yı burada da unutmamışlar. "Diana Memorial Fountain", Diana adına bir çeşme/suyolu yapmışlar. Bu sessiz ortamda ayaklarınızı suyun içine sokup Diana'yı anmanızı istiyorlar. 







Otelimizin yakınındaki diğer sokaklara göz atmak istedik daha sonra da. Gelmeden önce Google Earth'den etrafımızda restaurant ya da market var mı diye araştırmıştık. Bunun yararını çok gördük. Çünkü özellikle çocukla seyahat edince her an her şeye ihtiyaç duyabiliyorsunuz.

İkinci gün gezi planımızın sıkı başladığı gündü ve ilk durağımız, Big Ben ve Westminster Sarayı (Parlamento Binası) oldu. Londra'nın neresinden gelirseniz gelin burayı ziyaret etmek isterseniz metrodan "Westminster İstasyonu"nda inebilirsiniz. Parlamento binası da denilen, gotik tarzda inşa edilmiş bu büyük yapı, parlamentonun tatil olduğu günlerde ziyarete açık. Bu da Ağustos'tan Ekim ayına kadar demek oluyor. Tabii yetişkinler ve çocuklar için ayrı ücretleri var. Westminster Sarayı'nın hemen yanında dünyaca ünlü saat kulesi Big Ben yer alıyor. O kadar yüksek ki, kulenin fotoğrafıyla aynı karede yer almak isterseniz biraz uğraşmak zorunda kalabilirsiniz. Ama görkemli duruşuna denilecek bir söz yok doğrusu!
Hemen karşılarında ise Westminster Abbey bulunmakta. Kraliyet taç giyme törenlerinin, defilelerin ve hatta Kate Middleton ve Prens William'ın düğününün yapıldığı yer. Bununla birlikte klise, Darwin, Newton gibi bir çok ünlünün kabrini ve anıtları içeriyor. 



Big Ben saat kulesinin tam karşısında, Thames Nehri' nin kenarında bulunan, avrupanın en büyük dönmedolabı olan "London Eye" da görmeye değer manzaralardan biri. 32 kapsülden oluşuyor ve 360 derecelik bir turu yaklaşık yarım saatte tamamlıyor. Yapımı aşamasında, Londra'nın tarihi görünümünü bozacağı yönündeki tartışmalar çıksa da, turistlerin yoğun ilgisi karşısında şehrin önemli simgelerinden bir olmayı başarmış. Tarihi bir geçmişe sahip olmayan bu eğlenceli dönme dolap, milenyumu kutlamak amacıyla yapılmış.
Biz bebekli olduğumuz için binemedik ama hemen yan tarafında bulunan kafede kahvelerimizi yudumlarken manzaramızda şahane bir yapıt vardı. Tabii binenlerin manzarası eminim daha güzel olmuştur. Tüm şehre kuşbaşı bakmak müthiş bir şey olsa gerek. Hele de akşam ışıklar eşliğinde binmenizi tavsiye ederim. Uzun kuyruk sizi endişelendirmesin, bir kapsül 25 kişi alabildiği için sıra  olabildiğince çabuk ilerliyor. Yine de sıra beklemek istemiyoruz derseniz hop on hop off otobüs turları hızlı geçiş bileti imkanı sağlıyor. Yükseklik korkusu olanlar biraz düşünsün derim çünkü bu dönme dolap sayesinde 135 metreye kadar çıkıyorsunuz. Kişi başı 29 pound ama internetten alırsanız 26 pound'a geliyor.


Tüm bu birbirine yakın mekanları gezmek sandığımızdan daha çok vaktimizi aldı. Havanın her an bize bir surpriz yapmasından korktuğumuz için otelimize döndük. Dediğim gibi otelimiz Hyde Park'ın giriş kapılarından birine yakın olduğu için günümüzün geri kalanını yine parkın içinde gezerek ve inanılmaz büyüklükteki ağaçları hayranlıkla izleyerek geçirdik.

Doğa'nın 1. yaş günü bu güne denk geliyordu. Turistik gezimize ara verdiğimize göre kızımızın doğum gününe özel minik bir kutlama yapabilirdik. Ağaçların, yeşilliğin, oksijenin bol olduğu bu devasa mekan, hem onun özgürce, tehlikesizce gezip koşabileceği, hem de bizim yorgunluğumuzu atabileceğimiz bir fırsat oldu. Gezimizin diğer bölümlerinde de sıklıkla uğradığımız, Londra'nın şehir gürültüsünden en arınmış bu yer, günümüzün kısa bir özetini yaptığımız ve ertesi güne kafamızdaki gezilecek yerleri rahatlıkla oturtabildiğimiz bir mekana dönüştü. 




Gezimizin ikinci gününü South Kensington , Chelsie, Nothing Hill ve Portobello Road'da değerlendirdik. Gerçek Londra'yı biraz daha kolay görmemizi sağladı bu semtler. Romanlara ve filmlere konu olmuş mekanlarda gezmek çok hoşumuza gitti. Sokakların, evlerin, bahçelerinin muntazamlığı, buralarda sanki gerçek insanların yaşamadığı hissini veriyor.





South Kensington sadece sokakları ve muntazamlığıyla değil, ücretsiz girip gezebileceğiniz  bir çok müzelere ev sahipliği yapmasıyla da güzel bir semt. Natural History Museum, Science Museum, Victoria & Albert Museum gibi...

Natural History Museum; böcekler, memeliler ve dinazor iskeletlerinden oluşuyor. Doğal dünyaya ait parçalar ilginizi çekiyorsa bu ücretsiz müzeyi gezmenizi tavsiye ederim. Science Museum'da; sanayi devriminden bugüne dek değişim gösteren pek çok eser sergilenmekte. Çocuklu ya da çocuksuz mutlaka gezilmesi gereken bir müze. Her yaştan çocukların ilgisini çekebilecek bilimle ilgili bilinmesi gereken, denenmesi gereken ne varsa yaratıcılıklarını kullanarak çok ilginç hale gelmiş harika bir yer. Victoria & Albert Museum; 3000 yıl geçmişe dayanan, dünyanın bir çok yerinden toplanarak sergilenmiş, heykeltraşlık, fotoğrafçılık, seramik, moda, tekstil gibi parçalara yer vermiş bir müze. 





Nothing Hill'da bulunan Portobello Road; ikinci el eşya satan, antikacı ve eskici dükkanlarıyla ünlü bir sokak. Tabii en önemlisi de cumartesi günü kurulan semt pazarı. Nothing Hill Gate metrosuyla   kolayca gelebileceğiniz bu sokagın gelmek çok kolay, Gezmek ve rengarenk manzaraların fotoğrafını çekmek çok güzel. .



Yine gezmeye hazırlandığınız bir gün, Trafalgar Meydanı, Piccadilli Circus, Oxford Caddesi, Soho'yu gezebilirsiniz. Birbirine yakın bu mekanlar tek bir metro durağında inilerek kolayca gezilebilecek yerler. 



Trafalgar Meydanı; adını, Trafalgar Savaşı sonrasında İngiliz donanmasının kazandığı büyük başarı sonrasında almış. Londra'nın göbeğinde olduğu için, tüm yollar buraya çıkar da diyebiliriz. Buraya geldiğinizde Batı Resim Müzelerinin en önemlilerinden biri olan National Gallery'i de görmeden geçmemelisiniz. 2000'den fazla bir kolleksiyona sahip bu müze, zengin bir sanat severin kolleksiyonlarının İngiliz devleti tarafından satın alınmasıyla bu meydana taşınmış. Ücretsiz girip gezebileceğiniz gibi, 45000 kitap içeren bir kütüphaneyi de görme şansınız var. Piccadilli Circus; şehrin en işlek kavşaklarından biri. Gezerken karşınıza bir çok müzisyen ve sokak sanatçısı çıkabilir, hazır olun. Oxford Caddesi; önce müzelere gezi planı yapıp, daha sonra da çılgınlar gibi alışveriş yapmak için turlayacağınız bir cadde. Moda'nın kalbinin tam da bulunduğu yer Oxford Caddesi... Soho; Oxford Caddesi ve Piccadilli Circus arasında kalan bölgedir. Şehrin kozmopolit yapısı en çok burada göze çarpıyor. Çünkü gece klüplerinin, eçcinsel barların, sex shopların daha çok bulunduğu bir yer. 






Devam edecek...

Sevgiyle Kalın
Ezgi :)














9 Temmuz 2015 Perşembe

Londra'da gezilecek Yerler (Part II)

Londra'da Ulaşım


Daha önceki Londra yazımda da belirttiğim gibi THY ile, İstanbul'dan yaklaşık 4 saat sürdü seyahatimiz. Ülkenin 45 km güneyinde bulunan ve en işlek ikinci havaalanı olan Gatwick Havaalanına geldik. Şehir merkezine gidebilmek için havaalanının içindeki metro istasyonuna doğru yürüdük. Zaten tabelalar sizi kolay bir şekilde yönlendiriyor. Kimseye "Metro istasyonu nerede?" diye sormanıza gerek yok. Biletinizi istasyonun yanında bulunan makinalardan alabilirsiniz. Aynı zamanda size yardımcı olmak için bekleyen görevlileri de bulmanız mümkün.

Şehir merkezi için "Victoria" (Mavi hat) istasyonunda indik. (Kişi başı 19 GBP) Yaklaşık 30 dakikalık bir yolculuk. Otelimizin bulunduğu durak "Queensway" (kırmızı hat) olduğu için "Oxford Circus"tan metro değiştirerek kendi durağımıza geldik. Havanın bizi şaşkına çevirdiğini söylemeliyim çünkü, metrodan çıktığımızda inanılmaz bir rüzgar+yağmur+soğuk karşılamıştı bizi. 
Metro haritasını her hediyelik eşya satan ya da havaalanındaki danışmalardan bulabilirsiniz ama yine de önceden araştırmak isteyenlere linkini vermek isterim; http://www.bbc.co.uk/london/travel/downloads/tube_map.gif

Buarada metro ücretleri hakkında şunu söylemeliyim ki; her metro yolculuğunuz için teker teker bilet almaya kalkarsanız kişi başı, tek yön, gideceğiniz zone'a (Bölge bölge ayrılıyor; Zone 1, Zone 2,.. şeklinde) göre, en az 4.80 GBP verirsiniz, ki bu epey para harcarsınız demek. Ama "Oyster Card" ı gezme şeklinize ve kalacağınız gün hesabına göre yükleyerek kullanabilirsiniz. Kişi başı tek yön bu şekilde 2.30 GBP'a denk geliyor. Biz az gün kalacağımız ve yalnızca Zone 1 içerisinde gezeceğimiz için "Pay As You Go" (PAYG) Oyster Card'ından aldık. Depozito olarak 5'er GBP ödedik, ki ayrılırken hem depozito hem de içinde kalan miktar geri alınabiliyor. Bu kartın diğer güzel bir yanı da, eğer ilk başta yatırdığınız miktar yetmezse "Top Up" yaparak ek para yükleyebiliyorsunuz. Kart ile ayrıntılı bilgiyi http://www.toptiplondon.com/transport/tickets/oyster-card sitesinden edinebilirsiniz.       


Eğer pusetle geziyorsanız metro içindeki uzun merdivenlere hazırlıklı olun derim. Metro ağları çok gelişmiş olduğu için yerin bilmem kaç metre altına inip inip çıkmak zorunda kalıyorsunuz. Bir de her istasyonda asansör olmaması pusetle sizi başbaşa bırakabilir. Tabii ülkemizde buna çok alışık olduğumuzdan bizim için büyük sorun teşkil etmez diye düşünüyorum. Zira biz de Türkiye'de yaşadığımız şehirde bununla başa çıkmak için çok hafif bir puset almıştık. Londra'ya da onu götürdük. Çok da iyi etmişiz. Pusetimiz 3kg+kızımız 9kg= hafif ve kolay seyahat :)

Ulaşım için taksi de düşünülebilecek bir seçenek. Eğer 3-4 kişiyseniz, İngilizlerin klasik taksilerine binmenizi de tavsiye edebilirim. Her nekadar metro daha uygun gözüküyor olsa da görülecek yerler birbirine yakın olduğu için çok da uçuk fiyatlara seyahat etmezsiniz. 



Bizim gibi bebek arabasıyla gezenler çok şanslı, çünkü İngilizlerin bu geleneksel tasarımlı araçlarının içi bavullar ve pusetler için çok elverişli.

Şehir içinde seyahat, herkesin çok iyi bildiği klasik iki katlı kırmızı otobüslerle de çok kolay. Hatta belki metrodan daha dakik diyebiliriz. Hiç bir durakta uzun süre bekleyeceğinizi zannetmiyorum. Her durakta çok sistemli bir şekilde, durak ismi, otobüslerin hangi ana istikamete gittiği ve de güzergahları gösteren bir harita ile zaman çizelgesi mevcut. Otobüslerin içinin dekorasyonunu eski haliyle saklamışlar. Ancak tabii çok temiz ve hem kalorifer hem de klima var. Her türlü konfor onlar için olağan. Bu yüzden "Hop On Hop Off" turist otobüslerini kullanmanıza hiç gerek yok. Fazladan vermek isteyeceğiniz 20 GBP'unuz yoksa tabii :)
Ancak kalabalık olduğunda puset ile gezenler için tabii çok da kullanışlı olmayabilir.




Devam edecek...

Sevgiyle Kalın
Ezgi :)














7 Temmuz 2015 Salı

Londra'da Gezilecek Yerler (Part I)


Londra'da Hava Koşulları

Her ülkenin, her şehrin ayrı özellikleri var. Kimi tarihi yapılarıyla, kimi müzeleriyle, kimi insanlarıyla ünlüyken, Londra kesinlikle iklimiyle biliniyor. Londra deyince insanın aklına ilk başta yağmur geliyor. Herkes buna alışık olduğu için giderken valizine mutlaka yağmurluk ve şemsiye koyuyor. Mevsim ne olursa olsun Londra'da yağmurdan kaçamayabilirsiniz. Mevsimlere ayıp olmasın diye standartlarına uygun giyinmek de Londra'da yaşayanlara ya da gelen turistlere göre normal bir davranış. Yani, ilkbaharda dışarıda hava her ne kadar sağanak yağışlı, kapalı ve 15 derece de olsa, parmak arası terlik ve kısa şortları asla ihmal etmiyorlar...

Biz Mayıs ayının ortasını tercih ettik Londra seyahatimiz için. Havanın da durumunu göz önünde bulundurarak tabii. Ama kendi biricik, sıcacık, eşsiz ülkemizin iklim şartlarına göre düşünmüşüz. Çünkü orada kaldığımız süre boyunca neredeyse her gün yağmur yağdı. Tabii hazırlıklıydık şemsiye ve yağmurluk konusunda ama, ısının düşmesi hiç beklemediğimiz bir şey oldu. Bu yüzden valizde ne varsa hepsini üstümüze geçirerek çıktık her gün gezmeye. 



Gezmeyi ihmal etmedik tabii, o kadar yol gelmişiz, otel de mi oturacağız??

Bu gezide, diğerlerine farkla, yanımda minik bir de misafirim vardı. Kızım :) Doğa, geçen sene dünyaya geldi ve Londra'da olduğumuz günlerden biri de onun 1.yaş günüydü. Bizim için çok farklı bir deneyim oldu tabii. Hem uçak seyahati, hem hiç bilmediğimiz bir ülkede gezmek, metrolara inip binmek... Bir çok fikir edindik. Bunları sizinle paylaşmak istiyorum. 



Uçak

Öncelikli olarak; İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı ile, Londra Gatwick Havaalanı arası giderken 4 saat 5 dakika, dönerken 3 saat 50 dakika, Türk Havayolları ile. THY ile uçmanızı kesinlikle öneririm. Menüler çok başarılı. Özellikle öğle yemeğine denk gelirseniz seçeneğiniz bile olabiliyor. Bir de üzerine harika bir tatlı yiyebiliyorsunuz. Diğer Avrupa ülkelerine göre uzun bir yolculuk olsa da, modern ve teknolojik televizyon sistemi sayesinde hiç sıkılmıyorsunuz. 

Çocukla Uçak

Hele ki çocukla seyahat edecekseniz first class bölümünün hemen arkasında bulunan kısıma önceden check in yaptırmanız sizin için avantaj. Çünkü, yalnızca oraya monte edilebilen bir puset edinebiliyorsunuz. Puset denilen şey, kutu şeklinde bir çocuk yatağı. İçine yastık ve battaniye de veriyorlar. Onun sayesinde Doğa 4 saatlik yolculuğumuzun 1 buçuk saatinde çok rahat bir şekilde uyudu. Sadece o mu? Tabii biz de yemeklerimizi yememizle kalmadık, üzerine birer de kahve içtik :) 
Bunun yanında, televizyondan çocuğunuz için çizgi film ya da beceri oyunları da açabilirsiniz. Yani uçakla yolculuk yapmaktan kesinlikle korkmamalısınız!


Otel

Gitmeden önce booking.com'dan bir otel rezerve etmiştik. Yalnız fiyatları ve o fiyatlara göre otelleri görünce hayal kırıklığına uğradık. 1Pound 4TL'den fazla olduğu için, bizim ülkemizde full pansiyon 5 yıldızlı bir tatil köyüne vereceğimiz parayla, yalnızca oda-kahvaltı şeklinde bir otele tamam demek zorunda kaldık. Tabii bizim için öncelik, gezeceğimiz yerlere yakın ve etrafında metro istasyonu olması, bir de otelde kahvaltı olmasıydı. Bütün bu özelliklere göre "Zone 1" denilen (Londra'nın göbeğinde, çoğu gezilecek yerleri içinde barındıran bölgeye verilen ad) bölgede, Hyde Park'ın kuzeyinde Queensway'de bulunan otellerden birinde konakladık. Burayı tavsiye edebilirim, çünkü en önemlisi, o yöre Hyde Park'ın kapılarından birine çok yakın. İki sokak yanında da bir çok restaurant ve hediyelik eşya satan yerler var.



Çocukla Otel

Yabancı bir ülkede, hiç bilmediğimiz koşullarda bir otelde rahat ve sorunsuz kalabilmek için bence rezervasyon yaptırmadan önce birkaç şeye dikkat etmeliyiz.
- Kahvaltı dahil olması 
- Odaların temiz olması
- Sıcak suyunun olması
- Çocuk yatağının olması (Rezervasyon esnasında mutlaka belirtmelisiniz)
- Asansör olması
Bunları garantiledikten sonra her şey daha kolay olacaktır inanın bana :)



Londra'da nerelere gitmeliyiz?

  • Big Ben ve Parlamento Binası
  • London Bridge
  • London Eye
  • Westminster Abbey 
  • Hyde Park
  • Nothing Hill
  • Portobello
  • Trafalgar Meydanı
  • Picadilly Meydanı
  • Oxford Caddesi
  • Soho
  • Quens Borough
  • Camden Town
  • Buckhingam Sarayı
  • St. Paul Katedrali
  • Tower Bridge
  • Harolds Mağazası
  • Londra Kulesi

Londra'da Gidilebilecek Ücretsiz Müzeler

  • Tate Modern
  • Natural History Museum 
  • National Galery 
  • Science Museum 
  • Victoria And Albert Museum 
  • Museum of London 
  • British Museum 
Listedeki müzeleri ve diğer gezilecek yerleri ayrıntılı şekilde "Londra'da Gezilecek Yerler (Part III ve Part IV)" yazılarımda bulabilirsiniz.

Devam edecek...

Sevgiyle Kalın...
Ezgi :)


























   

2 Temmuz 2015 Perşembe

DEĞERLİ EŞYALARINIZ ELİNİZİN ALTINDA, EL BAGAJINIZDA OLSUN!

Kredi kartınızı, pasaport, ehliyet ve araç ruhsatı gibi her an ihtiyacınız olabilecek belgelerinizi; nakit paranız, değerli takılarınızı; uçuş sırasında ya da uçuşunuzun hemen ardından ihtiyacınız olabilecek ilaçlarınızı; bilgisayarınız ve cep telefonunuzu; sözleşmeler, tapu, diploma gibi önemli evrak ve belgelerinizi el bagajınızda taşıyın, aklınızı onlarda bırakmayın.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.