3 Nisan 2013 Çarşamba

Paris'te Gezilecek Başlıca Yerler... (Part II)

Paris'i anlatmaya devam edelim. Bir önceki yazımda ilk günler hakkında birkaç ipucu vermiştim. Uçaktan indiğiniz anda sizi karşılayacak manzaraları ve durumları kendi yaşadığım deneyimlerle birleştirerek anlatmaya çalışmıştım. Konaklama ve yemek konularındaki sıkıntıları da açıkça dile getirdim. Umarım Paris seyahatiniz için ilk izlenimler açısından yeterince yardımcı olabilmişimdir.

Şimdi de gezilmesi gereken müzelerden, kiliselerden ve caddelerden bahsedelim biraz...

Çok büyük bir sanat müzesi olan Louvre Müzesi'nin (Le Musee Du Louvre) yapımı 13.yüzyıl başlarında başlayıp, birçok değişiklikten geçtikten sonra, 1932 yılında son halini almış. Benzerlerinin yanında en ünlüsü olan bu müze, aynı zamanda Fransa'da açılan ilk devlet müzesiymiş. Çinli bir mimar tarafından tasarlanan, bahçesindeki bir büyük, dört tane küçük piramitler, çok tartışmalara neden olmuş. Ama içeri girebilmek için bekleyen onca insanın dikkatini epey çekiyor doğrusu. Biz de piramidin önünde uzunca bir süre sıra bekledikten sonra yürüyen merdivenle aşağıdaki avluya ulaşabildik. Gezeceğiniz müze hakkında bilgi sahibi olmak için "information" masalarından broşür (Map of Louvre) alabiliyorsunuz. Tablo ve heykellerle ilgili bilgileri anlamak istiyorsanız ya fransızca bilmeniz gerekiyor ya da sesli çeviri sistemi (ücretli) size yardımcı oluyor. Çünkü hiçbir eserin altında fransızca dışında bir dilde açıklamaya rastlayamıyorsunuz.

Biz de kitapçık yardımıyla "Denon Kapısı"ndan içeri girerek yolculuğumuza başladık. Onun dışında "Sully" ve "Richelieu" kapıları da var. Her kapı Louvre'un bir kanadına açılıyor ve her kanatta 4 kat bulunuyor. Her kapıdan girip bütün katları ayrı ayrı gezebilmek için günler ayırmak gerekir. Hiç durmadan gezerseniz 2 tam günde bitirebilirmişsiniz. Bizim için öncelikli olan "Denon Kanadı"ndan girip heykelleri ve Roma Etrüskleri'ni gezmekti. Bu yüzden 1. katta bulunan "Monalisa" ve diğerlerini ziyaret ettik. Daha sonra geçtiğimiz "Sully Kanadı"nda ise, Antik Mısır ve Afrodit Heykelleri (Venus de Milo) ve yüzlerce tablo vardı. Siz de eğer bizim gibi elinizdeki haritaya göre planlı dolaşırsanız az yorularak (çünkü yorulmadan Louvre'u gezmek mümkün değil!) görmek istediğiniz birçok şeyi görebilirsiniz. "Richelieu Kanadı"na geçtiğimizde Alman, Fransız, Hollandalı, Rus ve İskandinav ressamların eserlerini bulduk. Bizi en çok etkileyen devasa büyüklükteki David'in tablolarıydı. Napolyon dönemini yansıtan bu tabloların önünde uzun uzun oturup yorum yaptık. Zaten insanların bu kocaman eserleri inceleyebilmesi için önünde upuzun banklar var. Doya doya hayal et!!!
Farkında olmadan 5 saati geçirmiştik. Yorgun ve bitkin bir halde zengin kütüphanesi, konferans salonu, eğitim bölümü ve birçok eseriyle büyüleyici güzellikteki Louvre Müzesi'ne veda ettik.



Hiç durmak bilmeden Louvre'un bahçesinden Şanzelize Bulvarı'na (Champs Elysees) doğru yürüdük. Bağdat Caddesi'ni andıran bu caddeye Fransızlar, dünyanın en güzel bulvarı diye hitap ederlermiş. Asıl anlamı sade bir gezinti yeriymiş. Burada gezme fırsatınız olursa yine pahalı markaların bulunduğu mağazaları görebilirsiniz. Geçen arabalar sizi şaşırtabilir, buna alışmalısınız :) Şanzelize Bulvarı, sonuna kadar giderseniz, sizi Zafer Takı'na (Arc De Triomphe) götürecektir. Napolyon'un Fransız askerlerine seslenerek "Evinize Zafer Takını'nın altından geçerek döneceksiniz" demesi üzerine inşasına başlanmış. Eyfel Kulesi'nin de görüldüğü  benzersiz bir manzarayla karşılaşırsınız Zafer Takı'nın tepesine çıkma fırsatınız olursa. Tüm sokaklarının düzenine, muntazamlığına, yeşilliğine ve ışıltısına hayran kalıyorsunuz ister istemez. Başa gelen her yönetici Paris'in, dünyanın en güzel şehri olması için çalışmış adeta! Yalnız tepesine çıkmak biraz zahmetli, daracık ve upuzun bir merdiven yolculuğu sizi bekliyor olacak. Sizin gibi aynı kaderi paylaşan bir sürü turistle sıra sıra tırmanacaksınız merdivenleri, şimdiden kolay gelsin :)


Louvre Müzesi'ni gezdikten sonra Paris'te bulunan bir diğer önemli müzeyi de görmeden evinize dönmemelisiniz bence. Orsay Müzesi! Çünkü 19.y.y.ın başına kadar olan tarihi Louvre Müzesi'nden, 1850 yıllarından sonraki daha modern eserleri ise Orsay Müzesi'nden incelerseniz tam bir gezi yapmış olursunuz. Seine Nehri'nin sol yakasında bulunan bu müze, eski bir tren garıymış. Zaten içine girdiğinizde de bu yapının bozulmamış olduğunu farkediyorsunuz. Burada da yine çok ünlü tabloların orjinallerini görme fırsatı bulduk (Millet, Renoir, Monet, vb.). Daha ferah, daha aydınlık yeni bir müze ve kesinlikle görülmeye değer...


Daha önce söylediğim gibi otelimiz St. Honore'deydi ve buradaki metro durağından ki, adı Müze Durağı idi, Abbesses Durağı'na gidebilmek için öncelikle Concorde Durağı'nda inip hat değiştirdik ve Clichy metrosunu kullandık. Paris'e gittiğinizde büyük ihtimalle siz de bizim gibi metrodan başka bir ulaşım aracı kullanmayacaksınız. Çünkü dünyanın en önemli metroları arasında yer alan Paris Metrosu'nda 16 hat ve 300 durak bulunuyor. Taa 1900 yılında yapılmış olmasına rağmen hala güvenilir ve kullanışlı. Bundan yararlanarak tüm Paris'i durak durak gezebilirsiniz :)



Abbesses Durağında inmemizin nedeni ise Sacre Coeur Bazilikası'na gitmekti. Burası şehir merkezinin kuzeyinde kalıyor ve daha yokuş bir yer. Montmartre Tepesi'ne çıkarken turistlerin tuvallerini yapmak için bekleyen birçok ressam ve akordiyon çalan müzisyenler görebilirsiniz etrafta. Tüm Paris yine ayaklarımızın altındaydı kiliseye vardığımızda, çünkü burası Paris'in en güzel manzarasına sahip kilisesi. Uzun ve geniş merdivenlerinde oturup mutlaka resim çektirmelisiniz. Ama sonra resme baktığınızda kendinizi bulamayabilirsiniz, o kadar kalabalık yani!


Herkesin antata anlata bitiremediği Paris'i ben de size rehber olması açısından biraz anlatmaya çalıştım. Paris'in ara sokaklarında yürümeden, cafelerinde oturup bir kahve keyfi yapmadan, en yüksek tepelerinden birine çıkıp o muazzam manzaranın tadını çıkartmadan Paris anlaşılmaz... Yani Paris anlatılmaz, sadece yaşanır...

Sevgiyle Kalın...

Ezgi :)